DÜNYA
İŞTE DÜNYA BUDUR!
Bir keresinde Hriday buraya bir inek getirmişti. Bir gün ineği otlaması için bahçede iple bağladığını gördüm ve ona; «Hriday, neden ineği her gün buraya bağlıyorsun?» diye sordum. O ise; «Amca» dedi, «Ben ineği köyümüze göndereceğim. O iyice güçlendiğinde ise onu sabana bağlayacağım.» Ben bu sözleri duyar duymaz düşünmeye başladım; «İlahi Maya’nın* oyunları ne kadar da anlaşılmaz! Kamarpukur ve Sihore Kalküta’dan o kadar uzak ki! Bu zavallı inek tüm o yolu gitmek zorunda. Sonra o büyüyecek ve en sonunda ise sabana vurulacak. İşte dünya budur! İşte maya budur!» Ve sonra Samadhi’ye girdim. Ancak uzunca bir süre sonra dönebildim.
* (Maya — sanskr. — illüzyon)
DÜNYA ORMANINDA
Bir keresinde bir adam ormandan geçerken üç hırsız onun üzerine atlamış ve her şeyini çalmış. Hırsızlardan biri; «Bu adamı canlı bırakmanın ne anlamı var?» demiş ve böyle diyerek kılıcıyla tam onu öldürecekken, ikinci hırsız onu durdurmuş ve; «Hayır, yapma! Onu öldürmenin ne anlamı var? Onun ellerini ve ayaklarını bağlayıp burada bırakalım.» demiş. Hırsızlar adamın ellerini ve ayaklarını bağlamış ve oradan uzaklaşmışlar. Bir süre sonra üçüncü hırsız geri dönmüş ve adama; «Çok üzgünüm. Canın yandı mı? Ben şimdi senin kurtaracağım.» demiş. Adamı özgür bıraktıktan sonra hırsız; «Benimle gel. Seni otobana götüreceğim.» demiş. Uzunca bir süre sonra yola ulaşmışlar ve orada adam hırsıza; «Bayım, siz bana çok iyi davrandınız. Sizi evime davet ediyorum.» demiş. Hırsız ise; «Hayır, olmaz!» diye cevap vermiş; «Ben senin evine gelemem. Polis beni orada bulacaktır.»
Bu dünya ormandır. Buradaki üç hırsız ise sattva, rajas ve tamas’tır. Onlar Gerçek Bilgi adamını soymuşlardı. Tamas onu yok etmek ister. Rajas onu dünyaya bağlar. Fakat sattva onu rajas ve tamas’ın bağlarından kurtarır. Sattva’nın koruması altında insan, öfkeden, tutkudan ve tamasın diğer kötü etkilerinden korunur. Ancak sattva da bir hırsızdır. O, insana Gerçek Bilgiyi veremezse de onu Yüce Tanrı’ya giden yola götürür. Ve onu o yolda bırakırken; «Öteye bak. İşte senin evin orada.» der. Ancak sattva bile Brahman bilgisinden çok uzaktır.
DÜNYA İNSANLARI NE HALE GETİRİR
Kamarpukur’da bir çocuk iken Ram Mallick’i çok seviyordum. Fakat sonra o buraya geldiğinde ona dokunamadım bile. Ram Mallick ve ben çocukluğumuzda çok iyi arkadaştık. Gece gündüz beraberdik; birlikte uyurduk. Ben on altı veya on yedi yaşına geldiğimde insanlar; «Eğer birisi kadın olsaydı birbirleriyle evlenirlerdi.» derlerdi. Her ikimiz de bu evde oynardık. Ben o günleri çok iyi hatırlıyorum. Onun akrabaları tahtırevanlarla gelirlerdi. Şimdi onun Chanak’da bir dükkanı var. Ben onu uzun zamandır görmemiştim. O geçen gün geldi ve burada iki gün geçirdi. Ram çocuklarının olmadığını söyledi, kendi yeğenini büyütmüş fakat çocuk ölmüş. O bana bunu iç geçirerek anlattı, gözleri yaşlarla doldu, o yeğeni için yas tutuyordu. Sonra bana, çocukları olmadığı için karısının tüm şefkatinin yeğene adadığını söyledi. Ve karısı şimdi çok büyük üzüntü içindeymiş. Ram ona; «Sen delisin. Yas tutmakla eline ne geçecek? Benares’e mi gitmek istiyorsun?» demiş. Gördüğünüz gibi o karısına deli diyebiliyor. Çocuğun üzüntüsü onu iyice bozmuş. Ben artık onun içinde değer bir şey kalmadığını gördüm.
DÜNYANIN İNSANLARI
SİNİRLENDİKLERİNDE
«Görüyorsun», diyor Jadu’nun annesi bana; «Biz kendi yerimizdeki gösteride para toplamıyoruz. Diğer sadhular her zaman para istiyor fakat sen istemiyorsun.» Dünyevi insanlar para harcamaları gerektiğinde sinirlenirler.
Bir yerde teatral bir gösteri sergileniyormuş. Bir adam onu görmeyi çok istiyormuş. Oraya gittiğinde seyircilerden para toplandığını görmüş ve sessizce oradan ayrılmış. Başka bir yerde başka bir gösteri sergileniyormuş. Adam oraya gitmiş, araştırmış ve para toplanmadığını görmüş. Orada büyük bir kalabalık varmış. Kalabalığın içine dalmış ve salonun merkezine ulaşmış. Kendine çok güzel bir koltuk bulmuş ve gösteriyi zevkle izlemiş.
TÜM DİŞLER DÜŞTÜĞÜNDE
Size bir hikaye anlatayım. Bir adam Durga Puja’yı kendi evinde büyük bir tantana ile kutlarmış. Güneşin doğuşundan batışına kadar keçiler kurban edilirmiş. Fakat birkaç yıl sonra kurban verilmemeye başlanmış. Sonra oradaki adamlardan biri; «Efendim, nasıl oluyor da sizin evinizdeki kurban verme töreni bu kadar sönük geçiyor?» diye sormuş. Adam ise; «Görmüyor musun? Artık benim dişlerim kalmadı.» diye cevap vermiş.
GERÇEKTEN DE BÖYLE İNSANLAR VAR!
Onların «Bilim’ inde Tanrı’nın insan şeklini alabileceğinden bahsedilmiyor, o halde onlar buna nasıl inanabilirler? Gerçekten de böyle insanlar var!
Şu hikayeyi dinleyin. Bir adam arkadaşına; «Korkunç bir patlama ile bir evin yıkıldığını gördüm.» diyor. Bunu söylediği arkadaşı ise İngiliz eğitimi almış ve ona; «Bir dakika, gazeteye bakayım.» diyor. Gazeteyi okuyor fakat bir patlama ile yıkılan evle ilgili haberi bulamıyor. Sonra arkadaşına dönüp; «Ben sana inanmıyorum. Bu haber gazetede yok, öyleyse söylediklerinin hepsi yanlıştır.» diyor.
ÖKÜZÜN PEŞİNDEN AYRILMAYAN ÇAKAL
Bir zamanlar bir çakal, bir öküz görmüş ve onun peşini bırakmamış. Öküz dolaşıp duruyor ve çakal onu takip ediyormuş. Çakal şöyle düşünüyormuş; «Orada öküzün testisleri sallanıp duruyor. Elbet bir zaman onlar yere düşecek ve ben onları yiyeceğim.» Öküz yere yatıp uyuduğunda çakal da yatıyormuş ve öküz hareket ettiğinde çakal onu izliyormuş. Bu şekilde pek çok gün geçmiş fakat öküzün testisleri bedenine bağlı kalmaya devam etmiş. Ve sonra çakal hayal kırıklığı içinde oradan uzaklaşmış.
Bu dalkavukların da başına gelir. Zengin adamın kendileri için kesenin ağzını açacağını sanırlar. Fakat ondan herhangi bir şey almak çok zordur.
DİNDAR GİBİ GÖRÜNEN YAĞMACILAR
Bir mücevher dükkanı olan bir kuyumcu varmış. O boynundaki boncuklarla, elindeki tespihle ve alnındaki kutsal işaretlerle gerçek bir dindar, bir Vaişnava gibi görünüyormuş. Doğal olarak insanlar ona güveniyor ve iş için onun dükkanına geliyorlarmış. Onlar böylesine dindar bir insanın kendilerini asla kandırmayacaklarını düşünüyorlarmış. Ne zaman dükkana bir grup müşteri girse onun yanında çalışanlardan birinin; «Keşava! Keşava!» dediğini, bir süre sonra diğerinin; «Gopal! Gopal!» dediğini, bir üçüncünün; «Hari! Hari!» diye mırıldandığını duyarlarmış. Son olarak birileri; «Hara! Hara!» dermiş. Şimdi biliyorsunuz ki bunlar Tanrı’nın çeşitli adlarıdır.
Tanrı’nın adlarının bu kadar çok söylendiğini duyan müşteriler doğal olarak kuyumcunun çok üstün bir insan olduğunu düşünürlermiş. Fakat siz kuyumcunun gerçek niyetini tahmin edebiliyor musunuz? «Keşava! Keşava!» diyen adam aslında; «Bunlar kim? Kim bu müşteriler?» diye sormak ister. «Gopal! Gopal!» diyen adam müşterilerin bir inek sürüsünden ibaret olduğunu söylemek ister. «Hari! Hari!» diyen adam ise; «Onlar bir inek sürüsünden başka bir şey olmadıklarına göre neden onları soymuyoruz?» demek ister. «Hara! Hara!» diyen ise «Onları her anlamda soyalım çünkü onlar sadece ineklerdir.» diyerek bunu onaylar.
İNSANLAR VARDIR, İNSANLAR VARDIR
İnsanlar dört sınıfa ayrılabilir; dünyanın zincirleri ile bağlı olanlar, özgürlük arayanlar, özgürleşenler ve daima özgür olanlar. Daima özgür olanlar arasında Narada gibi bilgeleri sayabiliriz. Onlar dünyada başkalarının iyilikleri için, insanlara ruhsal gerçekleri öğretmek için yaşarlar. Tutsak halde olanlar ise dünyeviliğin içine batmışlardır ve Tanrı’yı unuturlar.
Özgürlük arayanlar kendilerini dünya bağlarından özgürleştirmek isterler. Bazıları başarılı olur, bazıları ise olmaz.
Sadhu’lar ve Mahatma’lar gibi özgürleşmiş ruhlar, dünyada «kadın ve para» için dolaşmazlar. Onların bilinçleri dünyevilikten uzaktır. Bunun yanında onlar daima Tanrı’nın Lotus Ayağına meditasyon yaparlar.
Bir göle balık avlamak için ağ atıldığını düşünün. Bazı balıklar o kadar akıllıdır ki asla ağa takılmazlar. Onlar daima özgür olanlar gibidir. Fakat balıkların çoğu ağa takılır. Bazıları kendilerini ağdan kurtarmaya çalışırlar ve bunlar özgürlük arayanlar gibidir. Fakat çabalayan balıkların hepsi başarılı olamaz. Çok azı ağdan dışarı fırlar ve suya atlar. Sonra balıkçı bağırır; «Bakın! Büyük bir balık gidiyor!» Fakat ağa yakalanan balıklardan çoğu kaçamaz ve ne de kurtulmak için bir çaba gösterirler. Aksine ağızlarında ağ ile çamurun içinde dururlar ve orada sessizce yatarken; «Artık korkmamız gerekmiyor. Burada güvendeyiz.» diye düşünürler. Fakat zavallılar balıkçının gelip onları ağdan çekip çıkaracağını bilmezler. Bunlar dünyaya bağlı olan insanlar gibidir.
DÜNYEVİLİK BELASI
TÜM DERTLERİN KAYNAĞI
Bir yerlerde balıkçılar balık avlıyorlarmış. Bir çaylak aşağı süzülmüş ve bir balık kapmış. Balığı görür görmez bine yakın karga gaklayıp gürültü yaparak çaylağı takip etmeye başlamış. Çaylak güneye uçmuş ve kargalar onu orada takip etmiş. Çaylak kuzeye uçmuş ve kargalar yine onun peşinden gitmiş. Çaylak doğuya ve batıya gitmiş fakat sonuç hep aynı olmuş. Çaylak tam şaşkınlık içinde uçmaya başlamışken balık ağzından düşmüş. Kargalar hemen çaylağı bırakmışlar ve balığın peşinden uçmaya başlamışlar. Böylece endişelerinden kurtulan çaylak, bir ağaç dalına konmuş ve düşünmüş; «O zavallı balık benim tüm dertlerimin kaynağıydı. Şimdi ben ondan kurtuldum ve bu nedenle huzur içindeyim.»
İnsan da balığa sahip olduğu sürece- ki bunlar dünyevi isteklerdir, hep bazı şeyler yapmak zorundadır ve bu yüzden endişe, kaygı ve huzursuzluktan acı çekecektir. Bu isteklerinden vazgeçer geçmez ise onun tüm faaliyetleri çekilecek ve o ruhsal huzurun tadına varacaktır.
HER ŞEY BİR PARÇA PEŞTAMAL İÇİN
Guru’sunun eğitimi altındaki bir Sadhu kendisi için insanlardan uzak, yapraklarla örtülü küçük bir kulübe inşa etmiş ve bu kulübe içinde ruhsal çalışmalarını yapmaya başlamış. Her sabah yıkandıktan sonra ıslak elbisesini ve kaupinasını (peştemal) kurutmak için kulübenin yakınındaki bir ağaca asıyormuş. Bir gün günlük yemeğini dilenmek için gittiği komşu köyden dönerken farelerin kaupinası üzerinde delikler yaptığını fark etmiş. Sonra ertesi gün köye gidip yenisi için dilenmek zorunda kalmış. Birkaç gün sonra, sadhu peştemalını kurutmak için kulübenin çatısına asmış ve her zamanki gibi köye gitmiş. Döndüğünde farelerin onu parçalara ayırdığını görmüş. Çok sinirlenmiş ve kendi kendine; «Şimdi ben nereye gidip yeni bir giysi için dileneceğim? Kimden bir giysi isteyeceğim?» diye düşünmüş.
Ertesi gün köylüleri gördüğünde onlara farelerin yaptıklarından bahsetmiş. Bunu duyan köylüler; «Her gün kim sana kıyafet verecek? Bir şeyler yap, bir kedi besle de fareleri uzak tutsun.» demişler. Sadhu köyden bir kedi bulmuş ve kulübesine götürmüş. O günden itibaren fareler onu rahatsız etmez olmuşlar ve onun keyfine ise diyecek yokmuş. Sadhu küçük faydalı hayvana büyük özenle bakmaya ve köyden onun için süt dilenmeye başlamış. Birkaç gün sonra bir köylü ona; «Sadhuji, senin her gün süte ihtiyacın oluyor, dilenerek sadece birkaç günlük ihtiyacını karşılayabilirsin. Kim sana bütün bir yıl boyunca süt verecek? Bir şey yap, bir inek besle. Böylece onun sütünü içerek hem kendi ihtiyaçlarını karşılarsın hem de birazını kedine verirsin.» demiş. Birkaç gün içinde sadhu bir inek edinmiş ve artık süt için dilenmesine gerek kalmamış. Çok geçmeden sadhu ineği için saman dilenmesi gerektiğini fark etmiş. Bunun için komşu köyleri ziyaret etmesi gerekiyormuş fakat köylüler; «Senin kulübene yakın pek çok ekili olmayan toprak var, o toprakları ek ve böylece ineğin için saman dilenmene gerek kalmaz.» demişler. Onların tavsiyesini dinleyen sadhu toprağı işlemeye başlamış. Yavaş yavaş işçi çalıştırmaya başlamış ve sonra ekinleri depolamak için ambarlar inşa etmesi gerekmiş. Böylece zaman içerisinde bir çeşit toprak sahibi haline gelmiş. Ve en sonunda büyük evi ile ilgilenmesi için bir kadın ile evlenmiş. Şimdi günlerini meşgul bir aile reisi gibi geçiriyormuş.
Bir zaman sonra Guru’su onu görmeye gelmiş. Kendisini mal ve mülk içerisinde bulan Guru şaşırmış ve oradaki uşağa; «Burada bir kulübede bir münzevi yaşıyordu, bana onun nereye gittiğini söyler misin?» diye sormuş. Uşak ne cevap vereceğini bilememiş. Bunun üzerine Guru eve girmiş ve öğrencisi ile karşılaşmış. Guru ona; «Oğlum, bütün bunlar nedir?» diye sormuş. Öğrenci büyük bir utançla Gurusu’nun ayaklarına kapanmış ve; «Efendim, tüm bunlar bir parça peştamal içindi.» demiş.
DÜNYEVİ ŞEYLER SONSUZA KADAR SİZİN DEĞİLDİR
Zengin bir adamın kahyasına efendisinin mallarına bakma görevi verilmiş. Ona kimin malı olduğu sorulduğunda; «Bayım, bunların hepsi benimdir, bu evler ve bu bahçeler benimdir.» diyormuş. Bu tarzda konuşuyor ve kibirle dolaşıyormuş. Bir gün efendisinin bahçesindeki gölde kesinlikle yasak olduğu halde balık avlamaktaymış. Tam o sırada efendi gelmiş ve sahtekar kahyasının ne yaptığını görmüş. Uşağının güvenilmezliğini gördükten sonra önce onu kendi mülkünden kovmuş ve sonra da tüm önceki kazançlarına el koymuş. Zavallı adam tek sahip olduğu şey olan ufak tefek eşyalarını koyduğu kutuyu bile alamamış.
İşte sahte gururun cezası budur.
KAMA — KANÇANA
ŞEHVET VE ALTIN
EVLİLİK KÖLELİKTİR
Erkeği bağlayan ve ondan özgürlüğünü çalan; «kadın ve altın» dır. Altına ihtiyacı yaratan kadındır. Çünkü kadın için biri diğerinin kölesi olur ve böylece özgürlüğünü kaybeder. Ve o artık kendisi gibi davranamaz.
Jaipur’daki Govindaji tapınağındaki rahipler önce bekarlarmış ve o zaman onlar ateşsi doğaya sahiplermiş. Bir keresinde Jaipur Kralı onları çağırmış fakat onlar onu dinlememişler. Elçiye; «Bizi görmek için Kral buraya gelsin.» demişler. Kral yardımcılarına danıştıktan sonra onlar için evlilikler ayarlamış. Çünkü sonra artık kralın onları çağırmasına bile gerek kalmamış. Onlar kendileri gelip; «Majesteleri, biz size kendi nimetlerimizi getirdik. İşte tapınağın kutsal çiçekleri. Onları kabul etmeye lütfediniz.» diyorlarmış. Saraya gelmişler çünkü şunun için veya bunun için durmadan para istiyorlarmış- evin inşa edilmesi için, bebeklerin pirinç töreni veya çocukların eğitime başlama törenleri için.
EĞER ŞEHVETİ YENEBİLİYORSANIZ, KADINLARA ANNE GİBİ BAKIN
Бесплатный фрагмент закончился.
Купите книгу, чтобы продолжить чтение.